Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesiyle birlikte iki buçuk milyon kişi emekliliğe hak kazanırken yüz binlerce insan ise EYT düzenlemesinden faydalanmak için mahkeme kapılarını aşındırıyor. Çalışmalarına rağmen işverenlerin sigorta primini yatırmadığı çalışanlar, mahkemelerde hak arıyor. İş Mahkemesi'ne müracaat eden davacı EYT adayı 1999'da çalışmasına rağmen SGK'ya priminin yatırılmadığını öne sürdü. Avukatlık bürosunda 1 Nisan 1999 tarihinde çalışmaya başlamasına rağmen çalışmalarının 23 Nisan 2000 tarihine kadar olan kısmının kuruma bildirilmediğini ancak 1 Nisan 1999 tarihinde başlayan çalışmalarının işe girişinin yapıldığı 24 Nisan 2000 tarihine kadar ve sonrasında aralıksız devam ettiğini dile getirdi.Dava konusu edilen dönem yönünden hak düşürücü sürenin geçmediğini ve fiili çalışmanın tanık anlatımlarıyla ispat edileceğini ileri sürerek davalıya ait işyerinde 1 Nisan 1999-23 Nisan 2000 tarihleri arasında çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etti. Davalı davacının ilk sigorta girişinin yapıldığı 24 Nisan 2000 tarihinden önce dava dilekçesinde belirtilmiş olan 1 Nisan 1999-23 Nisan 2000 tarihleri arasında tarafına ait işyerinde kesintisiz çalıştığını ve herhangi bir itirazının olmadığını beyan etti.
SOSYAL GÜVENLİK KURUMU DAVAYA DAHİL OLDU
Davaya müdahil olan SGK ise davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, davacının çalıştığını iddia ettiği dönemde bordrolarda isminin bulunmadığını, fiili çalışma olgusunun kuşkuya yer verilmeyecek şekilde ispat edilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savundu. Tarafları dinleyen mahkeme, davacı tarafça bildirilen ve resen tespit edilen komşu işyeri tanıklarının da kesintisiz çalışma iddiasını doğruladıkları, beyanlarının birbirleriyle tutarlı ve bordro tanığının beyanları ile de uyumlu olduğuna dikkat çekti. Tüm dosya çerçevesinde deliller ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde davacının davalıya ait işyerinde hizmet akdi ile çalıştığı kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının davalıya ait iş yerinde 1 Nisan 1999-23 Nisan 2000 tarihleri arasında çalıştığının tespitine karar verdi. SGK kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi itirazı reddetti. SGK bu kez kararı Yargıtay'a taşıdı. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi zamanaşımı sebebiyle kararın bozulması gerektiğine hükmetti. Yeniden görülen davada Mahkeme, ilk kararında direndi. SGK'nın temyiz etmesiyle bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi.
DAVALI İŞVERENİN BİLDİRİM YAPMAMASI SEBEP GÖSTERİLDİ
Milyonlarca bir kişinin bir umutla beklediği karar, oy çokluğu ile alındı. Genel Kurul kararında, davalı işveren tarafından 24 Nisan 2000-03 Mayıs 2000 tarihleri arasında davacı adına hizmet bildirimi yapıldığı, davacının tespitini talep ettiği ve uyuşmazlık konusunu oluşturan 01 Nisan 1999-23 Nisan 2000 tarihleri arasındaki çalışma dönemine ilişkin davalı işverence bildirim yapılmadığına dikkat çekildi.
Kararda şöyle denildi:"Bildirim öncesi çalışma süresi bakımından 24 Nisan 2000-03 Mayıs 2000 tarihleri arasındaki çalışma döneminin geçtiği yılın sonundan itibaren 5 yıl içinde dava açılması gerektiği ancak eldeki davanın 05 Kasım 2020 tarihinde açıldığı gözetildiğinde uyuşmazlık konusu 01 Nisan 1999-23 Nisan 2000 tarihleri arasındaki bildirim öncesi çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçtiği sonucuna ulaşılmıştır. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, davacının 24 Nisan 2000-03 Mayıs 2000 tarihleri arasında Kuruma bildirilen hizmetleri sebebiyle dava konusu dönem ile birlikte birleşen blok çalışmalarının bulunması hâlinde davanın yasal dayanağını oluşturan ve 5510 sayılı Kanun'un 86'ncı maddesi ile paralel düzenleme içeren 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde düzenlenen hak düşürücü sürenin dolduğundan söz etmenin mümkün olmadığı konuşulmuştur. Bu itibarla direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan bozma sebebine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır. O hâlde direnme kararı oy çokluğu ile bozulmuştur".